Şiir – Deneme

Deva Sensin

Sen yüzüme tebessüm, gönlüme ise ferahlık
Kalbimin ortasında, bir aşk-ı muammasın…

Vicdanım neyler çığlık atmaktan başka
Sebebi ben isem ruhundaki yaranın…

Çare arar iken buldum yine seni
Boynuma şefkat dolu ellerin sarılsın…

Sana olan yolculuğum ebediyet kokulu
Bu menzilin tamamı gözlerimle ıslansın…

Saçlarına özlemim son bulur mu bir gün
Dualarım seninle arş-ı alaya ulaşsın…

Rüyalarım seni arar, meftuniyet sende
Allah seni ömrünce benden utandırmasın…

Her aşk kelimesi senden bir tutam almış
Senin bütün sevginle şu alnım nurlansın…

Deva sensin bense çaresiz bir hasta
Benliğim göğsünde o şifayla yaşasın…

Ve her umudumun adı ”sen” olan sevgilim
Gönlündeki yara aşkımızla kapansın…

Şu günlerin hepsinin diyeti bende saklı
Borcumu ödemek birkaç güne başlasın…

Ölüm hakikatine bir dua gerek şimdi
Ruhum ancak seninle bir gün O’na ulaşsın…

Bu şiirin Alican Sofu tarafından seslendirilmiş halini dinleyebilirsiniz:

.

.

Hüzün Dolu İlk Adım

Günlerden Ramazan… Havanın sıcaklığını neşelendiren tek şeyin çocuk kahkahası olduğu pediatri bölümünde gastroenteroloji polikliniğinde hasta bakıyorum. Her insan bambaşka bir âlemdir; kimi sevince, kimi ise hüzne dair anlamamız gereken her şeyi anlatır bizlere. Eğer bütün gönüllere bir kâşif olarak bakarsak çok daha iyi anlarız hayatı. Kiminde ‘‘bir çift kanlı küpe’’de olduğu gibi anne sevgisini anlarız, kiminde ise ölümün bile sevinçle karşılanacağı kadar ıstıraplı acıların dinmesine sevinen bir oğlu görürüz. Aslında herkes ihtiyacı olan duygularla karşılaşır hayatta. Allah kulunun tamamlaması gereken eksik yanları için ona bazı şeylerle hatırlatmalarda bulunur. Ben de: ‘‘kısmetimin heybesinde acaba bugün ne var’’ diye düşünürken hastaları muayene odasına almaya başladık.

Bir süre sonra içeri giren bir hasta diğerlerinden farklı bir şekilde dikkatimi çekti. Çocuk on yaşındaydı ve aynı zamanda nörolojik problemleri de vardı. Yani gelişimi hem fiziksel hem de zihinsel olarak geride, yaşına rağmen kendisine yeterli gelmeyen bir çocuk hayal edin. Elbette bu duruma ailesi alışmış olarak düşünüyordum çünkü çocuk dediğim gibi on yaşındaydı. Ancak bu alışmışlığın ne boyutta olduğunu, aileye bir şeyler kazandırdığını mı yoksa kaybettirdiğini mi bilmiyordum. Benimki sadece oldubittiye verilmiş bir düşünceydi. Bunun doğruluğunu anlamak ve hayata dair yeni bir keşif daha yapmak için onları daha dikkatli incelemeye başladım…

Eğer: ‘‘insanların hayatta en çok zorlandığı şey nedir’’ diye sorulsaydı cevabım şükür olurdu… Öyle büyük bir hazine ki, ama bir o kadar da nazlı ve gizli bir hazine. Tıpkı bir define gibi, emek verilmeden meşakkatine katlanılmadan kıymetini toprak altından çıkarmak mümkün değil. Ben şükretmenin ne olduğunu işte bugün anladım. Daha önce de anlamam için çok fırsatım olmuştu. Örneğin babamı dinlemiştim: ‘‘Evladım, ben eskiden pazarda buz satardım. Hep kısa sürede satmak zorundaydım. Çünkü eğer bir saat bile geciksem tüm sermayem su olup akardı şu toprağa ve size bakamazdım… Ama çok şükür ki yine de size bakabilmem için bir imkân verdi Allah…’’ Ya da şunu hayal edin; ekmeğinin arasına koyarak yiyebileceği tek şeyin sadece kırmızı pul biber olan bir inşaat işçisini, ‘‘ya ekmeği olmayanlar ne haldedir’’ diyerek öğle yemeğini (!) iştahla yiyişini hayal edin… Ya da düşünün bir; hep hayal ettiğiniz bir mutluluk tarifiniz olsun ve hiç ummadığınız bir gecenin sabahına o mutlulukla uyanın. Geceyi ne kadar gözü yaşlı bitirip o sabaha güneş gibi doğan umutla uyanın, ‘‘çok şükür, her şey geride kaldı’’ sözleriyle selamlayın şükrün sebebini…

Her şeye rağmen eksik kalan bir yanım vardı ki bugünü de yaşıyor ve içim sızlayarak izliyordum çocuğu… Yaşıtları koşup oynarken, okula gidiyor, kitap okuyabiliyor, konuşabiliyorken sadece emekleyebilen ve bunu dahi yeni başarabilen, tek sözü yarım yamalak ‘‘anne, baba’’ olan bir evlat ve onun şükür timsali babası… Çocuk sedyenin üzerinde hafifçe topladı ayaklarını ve emekledi sadece bir adım boyu kadar. Babasına baktığım duyduğum tek kelime ‘‘elhamdülillah’’ ve yüzünde bir tebessüm. On yaşında bir çocuğunuz var ve çocuğunuzun yapabildiği tek şey emeklemek ve siz buna ilk defa şahit oluyorsunuz. Yapabildiğiniz tek şey ise tebessüm etmek… Bir tebessüm hiç bu kadar anlamlı olmamıştı hayatımda, bir şükür kendini bu kadar hissettirmemişti… İnsan değerini kaybetmeden anlayabiliyorsa ona şükretmek denir. Ama bu baba on yıl olmasına rağmen kazanamadığı bir şey uğruna, sadece bir emekleme uğruna tebessüm edebiliyordu… Çocuğa baktım ve ‘‘maşallah sana’’ diyebildim sadece… Çünkü daha fazlasına gücüm kalmamıştı. Çünkü şükrünü kaybetmeden eda edebileceğim sahip olduklarımı düşünmem epey zaman alacaktı…

Aldığımız nefes bile sayılı; günü geldiğinde ne bir fazla, ne bir eksik… O zaman şuanda nefes alabilmek bile bir nimettir, hatta aldığımız nefesi geri verebilmek de bir nimettir. Düşünebilmek, Allah’ı, ailemizi, doğayı, her şeyi düşünebilmek… Hayal edebilmek… Sevebilmek… Kimseden destek almadan yürüyebilmek… Farklı coğrafyalarda olup evimizden ayrılmak zorunda kalmamış olmak… Her gün ‘‘yarın ne yiyeceğim’’ diye düşünmek zorunda kalmamak… Açlıktan dolayı karnına taş bağlamak zorunda kalmamak… Ayakkabı diye plastik bir şişeye ip takarak onu giymek zorunda kalmamak… Şükür sahip olduğumuz şeylere ‘‘elhamdülillah’’ deyip daha azına sahip olanları düşünebilmektir aslında… Hep daha fazlasına niyet ederek kaderin eşitsizliğinden dem vurmaktansa daha azını düşünerek şükredecek bir kapı aralamak… Tıpkı nefes almak gibi… Ya da hüzün dolu bir ilk adım gibi…

Belki de her şeye rağmen tebessüm edebilmekti…

.

.

Aşk Doğaçlama Yaşanır

Aşk doğaçlama yaşanır, gelişigüzel demek istemiyorum. Sadece plansız, kuralsız ve ani demek istiyorum. Ölüme ait son nefesin hangisi olacağı gibi. Nerede, ne zaman, kiminle ve ne şekilde olduğunun bilinmezliği kadar trajik ama asla komik değil. Her gün onlarca insanın yanından geçerken hangi şehirde, bilmem hangi ‘‘… efendi sokağı’’nda, kimin gözlerinden cennet kafiyesinin devşirileceği bir şiir geleceğini bilmeden. Aşk plansızdır ve belki de plansız olduğu için bu kadar anlamlıdır.

İlk görüşte aşk veya zamanla bir çift gözün aşkı sembolize etmesi. Ne şekilde olursa olsun kuralsız olduğu için değerlidir aşk. Zamansızdır. Kuralsızdır. Öyle fizik – kimya deneylerine veya matematik denklemlerine benzemez. Ben bilirim mesela suyun 100 derecede kaynadığını ama İsviçreli bilim adamları bile bilmez aşkın kaynama derecesini. Hidrojen ve oksijenden su oluşur ama Sen ve Kim’den aşk oluşur bil(e)mezsin. Ama Sen ve Ben’den öyle bir aşk oluşur ki kimya bile kıskanır bizi. Ekvatoru herkes bilir ama kimse bilmez hangi enlemdeki birine bir gün ‘‘biz’’ diyeceğini. Ki zaten ben de pek anlamam öyle coğrafyadan. Aşk kuralsızdır. Belki de kurallardan bu kadar uzak olduğu için üniversiteyi bitirene kadar okusan bile herhangi bir dönemde anlatılmaz sana aşk, hiçbir zaman alınmaz müfredata. Ama alınsaydı eminim en kazık soruları ÖSYM oradan sorardı. Çünkü cahildik o konuda. Aslında en çok o konuda…

Biz aşkı anlatılmakla, dinlemekle değil yaşayarak öğrendik. Kuralsız öğrendik. Tamamen doğaçlama öğrendik. Ben bilebilir miydim bakarken utanacağım gözlerin sana ait olacağını. O gözlerin sen’de yaşadığını. Aşk doğaçlama yaşanır. X + Y denklemlerine sakın girmeyin. Matematikte 1 + 1 işlemi 2 sonucunu verebilir ama aşkta 1 + 1 yine 1 eder. Aşkta bu işlemin sonucu her zaman 1 eder. Çünkü aşk tek ruh, tek beden olmaktan geçer. Bizden iki olmaz, biz ancak bir’iz ve bu yüzden Bir olandan birbirimize armağan edilmişiz.

Aşk zamansızdır. Kolundaki saatte bir sürü sayı ve kadran vardır ama hangi sayıda hangi açıda kadranlar kesiştiğinde bir aşk doğacağını ve kendini bir başkasına katarak yaşayacağını bilemezsin. Bilmem kaç takvim yaprağı yırttın ama sırf o aşkı bulduğun günü unutmamak adına hangi yaprağı kopardıktan sonra bilmediğin bir fotoğrafla birlikte cüzdanında saklayacağını bilemezsin. Cüzdanında sakladığın arkadaşlarının fotoğraflarını çıkarıp kalbindeki gibi onların da yerini kimin alacağını bilemezsin.

Plan yapmayı bırak eğer aşkı arıyorsan. Nehirdeki su gibi ol, ondan bir parça ol ama onun sana ait olan toprağa ulaştırması için seni taşımasına izin ver. Bırak kendini zamanın kollarına ve aradığın aşksa onu plan yapmaktan uzak tut. Elbet kaderin kadrinde ulaşmak varsa bir gönüle sen plan yapmasan da her gün ona yol alırsın zaten. Aşka kavuştuğun günü ezbere bilme, boş ver yıldönümünü filan, ona kavuşmandan önceki günleri ezberle. Aşksız geçen, onsuz geçen günlerin için hayıflan, ‘‘ben sana plan yapmadım adın aşk olsun diye, ama daha erken gelemez miydin’’ diye serzenişte bulun. Ama sakın uzatma bunu, onsuz geçen günlerin boyasını onunla birlikte olacağın günler çoktan değiştirmeye başlar. Sen yeter ki onda ol, aşk ol. Biraz değil aşk adına ‘‘çok’’ ol.

Aşkı bekle. Öyle bir bekle ki ‘‘beklemek’’ sıkılsın beklemekten ve kendisi kalkıp yol alsın, ulaştırsın seni aşka. Öyle bir bekle ki kavuşmanın hakkını versin aşk. Aşkı kuralsız yaşa. Plandan çok uzak ama sabra çok yakın. Öyle yaşa. Öylesine. Sebep aramadan, aşka isim olacak sevgiliyi bulana dek. Bekle ve öyle gör ait olacağın soyadını. Ya da adını sana katacak olan aşkı…

Boşuna sorma ey çocuk ‘‘neredesin’’ diye… Aşkı bekle… O çoktan sana yol almaya başladı bile…

Yakında çıkarmayı planladığım ‘‘Aşk Doğaçlama Yaşanır’’ isimli kitabımdan.