Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın 10 Mayıs 2017
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi tıp fakültesi 5. sınıf öğrencisi olan Zeynep kardeşimin Facebook üzerinden attığı mesaj ile Aydın’a davet edildim.
Zeynep, fakültelerinin Genç Yeryüzü Doktorları kulübü başkanı olup bu kulüp çerçevesinde bir etkinlik yapmayı planlıyor, daha doğrusu misafir olarak beni evlerine davet ediyordu. O güne kadar şahsıma gelen tüm davetleri mümkün mertebe kabul etmiştim, Aydın için de yaklaşık iki buçuk ay sonrası için Zeynep ile birlikte gün belirlemiştik.
Konferans tarihi yaklaştıkça birkaç düzeltmeler yapıyor ve etkinlik tarihini öğrenci arkadaşlara ve bana uygun olacak en iyi şekilde ayarlamaya çalışıyorduk. Bu düzenlemeler şüphesiz en çok Zeynep’i yoruyordu. En sonunda da 10 Mayıs olarak karar kılındı.
Balıkesir Üniversitesi tıp fakültesi konferansının ardından 9 Mayıs tarihinde Balıkesir’den Aydın’a doğru yola çıktım.
Dört saat kadar süren otobüs yolculuğunun ardından Aydın’a vardığımda oradaki kıymetli kardeşim Furkan beni arayarak arkadaşların otogarda beni beklediğini söyledi. Sinem ve Zeynep beni karşılamak için gelmişti, kısa bir sohbetin ardından otogardan çıkarak beni akşam yemeği için bir yere götürdüler. Ne kadar tok olduğumu söylesem de inanmak istemeyen bu kıymetli kardeşlerim ile Kayserili kadınların işlettiği bir mantı evine gittik.
Kısa bir süre sonra aramıza Furkan, Francisco ve Sadi katıldı. Birlikte mantıların gelmesini beklerken bir yandan da tanışıyorduk. Tüm bu arkadaşlarımız tıp öğrencisi. Sinem ve Zeynep 5. sınıftan can ciğer iki kız, Sadi bulunduğu dönemin en iyi öğrencilerinden, Furkan 12 gün sonra kep atacak ve Francisco ise adamın dibi!
Hakikaten öyle. Gine Bissau’dan ülkemize eğitim için gelmiş olan kardeşimiz 3. sınıfta okuyormuş. Aralarında çok güzel konuştuğu Türkçemiz de dâhil olmak üzere tam 8 dil bilen Francisco, aynı zamanda İngilizce kursu veriyor, çeşitli dillerde şiir yazıyormuş. Ayrıca şiir okuma yarışmasında da fakültelerinde 3. olmuş. Bununla birlikte kendi ülkesine hizmet etmek için textbook kitaplarını baskısı olmayan farklı dillere ileride çevirmek istediğini söyledi. Kendisine bir söz verdim, eğer o çeviriyi yaparsa kitabın baskısını da ben yapacağım.
Bu güzel tanışmanın ardından arkadaşlarımız ile birlikte Zeynep’in evine gittik. Daha önce birçok yere konferansa gitmiş ve birbirinden değerli birçok isimle tanışmıştım. Zeynep ve arkadaşları da onlardan birkaçı… Ancak bugüne kadar ilk defa, beni davet eden öğrenci kardeşlerim bizzat evinde ağırlıyordu…
Zeyneplerin evi iki katlıydı, üst katını bana ayırmışlar, ben orada kalacaktım. Diğer kardeşlerimiz ile birlikte evde tatlı bir sohbete koyulduk. O sırada anne ve babası dışarıda olan Zeynep’in ninesi üst kattan aşağıya yanımıza geldi. Misafiri çok seven bakışları ile bizi süzüp yanımıza oturdu.
Ben, yaşanmış acı ve zor günlerin arada hatırlanması ve böylece yaşanılan mutlu ve rahat anların kıymetinin bilinmesini isterim. Ninemize bazı sorular sorarak onu sohbete teşvik ettim, böylece o anlatacak ve başta ben olmak üzere hepimiz istifade edecektik.
‘Eskiden pazarda buz satarlarmış nine doğru mu?’
‘Benim yaşlarımda iken senin kaç ayakkabın vardı?’
‘Eskiden kıtlık zamanlarında buğday ile arpayı karıştırarak ekmek yapıyorlarmış doğru mu?’
‘Un çuvallarının bazılarını eskiden kıyafet gibi dokurlarmış ve böylece fakir insanlar o un çuvallarını kendilerine kıyafet yaparmış doğru mu?’
Bu gibi sorular sorarak sohbetin koyulaşmasını sağlamaya çalışıyordum. Buzun bir nimet olduğunu, lastikten bozma ayakkabı giydiğini, sadece arpadan oluşan ekmeği yediğini, o un çuvallarından eteklerinin olduğunu anlatıyor biz ise sahip olduklarımıza ne kadar şükredebildiğimizin vicdan muhasebesini yapıyorduk…
Bir süre sonra Zeynep’in dışarıda olan babası Recep abi geldi. Kendisini özellikle anlatmak ve onun hayatını kendimize bir yöntem olarak kabul etmemizin faydalı olduğunu sizlere göstermek istiyorum.
Recep abi, sol bir çevrede büyüdüğünü ve dine dair bir yaşamının olmadığını ancak daha sonra araştırarak, okuyarak İslam’ı tercih ettiğini söyledi. Sadece Türkiye sınırlarında doğmuş olmanın Müslüman olmak için yeterli olmadığını, kültürel olup sorgulamanın olmadığı bir din yerine araştırma, inceleme ve okuma ile Müslüman olunmanın öneminden bahsetti.
Bugüne kadar yazılmış olan birçok önemli tefsir kitabını okumuş olan Recep abi, konuşması sırasında okuduğu yerlerden anekdotlar paylaşıyor ve bazen sayfasına kadar kaynak veriyordu. Kendisi ile yaptığımız güzel sohbetten bana kalan ise okumanın ve araştırmanın asla bir zirvesi olmadığını ve son nefese kadar bunun yapılması gerektiğini tekrar öğrenmemdi.
Sohbetin ardından üst kata çıkarak uykuya ve dinlenmeye çekildim. Sabah 9 için de sözleştik kardeşlerim ile…
Sabah saat tam 9’da aşağıya inerek kahvaltıya geçtim. Akşam uyumak için evine gitmiş olan diğer arkadaşlar kahvaltı için çoktan gelmişti. Kahvaltı sırasında Recep abinin sohbeti ile de manevi dünyamızı dolduruyorduk. Yengemiz ise eşim gibi bir ilahiyat mezunuydu ve o da bazen sohbete dâhil oluyordu.
Kahvaltının ardından Recep abi bizi kampüse yakın, bir dağın eteği gibi bir yerde bulunan bir kafeye bıraktı. Kafede benimle birlikte Francisco ve Sadi bulunuyordu. Bir süre sonra aramıza diyetisyenlik 3. sınıf öğrencileri olan Sümeyye ve Fatmanur katıldı. Çay içerek diyetisyenliğin geleceği ve öğrencilik yılları üzerinden sohbet ediyorduk.
Bir zaman sonra kulübün danışman hocası, tıp fakültesi başhekimi Mücahit hocaları geldi. Onunla birlikte diğer kardeşlerim de gelmişti ve hep birlikte bulunduğumuz yerin biraz daha yukarısındaki bir yere geçtik. O andan itibaren Mücahit hoca, Zeynep, Sinem, İrem, Sümeyye, Fatmanur, Sadi, Francisco ve ben bulunuyorduk. Mücahit hoca ile intörn hekimlerin zor şartlarda çalıştığından, mesleki eğitim almadığından ve bu durumun değişmesi gerektiğinden bahsediyorduk. Meğer bu candan hocamız benden 12 yıl önce ay fakülteden yani Meram tıp fakültesinden mezun olmuş. Kendi zamanında bazı hocalarla yaşadığı problemleri anlatınca, ki bu hocalar halen bizim fakültedeler, yaşadığımız durumun kronik bir hastalık olduğunu ve uzun yıllardır devam eden bu durumun değişmesi için maalesef kimsenin adım atmadığını öğrendim…
Tıp fakültelerindeki intörn hekim eğitimi hemzemindi ve ilk defa başhekim düzeyinde bir hoca bunun değişmesi için bize destek veriyordu. Bu da bazı adımların atılmasında bana cesaret verecekti…
Mücahit hocamız ile yaptığımız uzun ve hoş bir sohbetin ardından kampüse geçtik. O sırada aklıma biri geldi; Gizem. Kendisi benim yakın bir arkadaşım, ilköğretim ve lisede Adıyaman’da aynı dershanede, aynı sınıfta eğitim görmüştük. O da burada okuyordu. Kendisi ile görüştük ve Büşra arkadaşı ile yanımıza geldi. Birlikte çay içerek eski günleri yad ettik. Açıkçası eski günler hakkında konuşmak, hafif yaşlandığımı bana göstermesi bakımından çok değerliydi. Bu kıymetli arkadaşım da 12 gün sonra meslektaşım olacak ve Dr. Gizem olarak hayatına devam edecekti…
Konferans saatinin gelmesi ile salona geçtik. Yaklaşık 45 dakika kadar süren konferansıma başladım. Tıp eğitimi sırasında dikkat edilmesi, mezun olmadan önce mutlaka bilinmesi gerekenlerden dilim döndüğünce bahsetmeye çalıştım. Ardından Silopi görevim sırasında çekmiş olduğum bazı fotoğrafları hikâyeleri ile birlikte arkadaşlarımıza aktardım. Birkaç soru cevabın ardından da konferansı tamamlayıp kampüsteki yemek faslına geçtik.
Yemek sırasında çeşitli konulardan bahsediyor, fikir ve ‘hayat’ alışverişinde bulunuyorduk. Bir ara söylediğim bir söz Sinem kardeşime bazı kötü hatıralarını hatırlattı. Biraz üzüldü… Açıkçası benim için o an orada bulunan herkesin bir kardeşten tek farkı kan bağının olmamasıydı, bunun dışında hepsi benim için kardeşten öteydi. Sinem’i üzgün görünce Gizem’i de yanıma alarak onunla biraz dertleştik ve ona kendi acı günlerimden bahsettim. Bir süre sonra da biraz daha rahatlamış olarak diğer kardeşlerimin arasına döndük…
Bu yazıyı okuyunca Sinem tekrar hatırlayacaktır o an ona söylediğim şu sözü: ‘hayatımızda elbette acı günlerimiz olacak ancak sevdiklerimizi daha fazla hissedebilmek ve mutlu olabilmek için güçlü olmalıyız, acılarımıza hapsolmayıp kendi manevi dünyamızı yükseltmeliyiz…’
Sinem kardeşim, sen güçlü olduğun müddetçe o da seni cennette (inşallah) izlerken seninle sürur bulacak…
Yemeğin ardından Gizem, Büşra, İrem, Sümeyye, Fatmanur ile vedalaşmış ve diğer kardeşlerimiz ile birlikte Zeynep’in evine döndük. Evde de güzel bir sohbetin ardından Zeynep ve Sinem ile de vedalaşarak Recep abi, Francisco, Sadi ve Furkan ile birlikte havaalanına doğru yola çıktık. Francisco’nun arada uykuya dalmalarını saymazsak aramızda son iki günkü yorgunluğa yenik düşen yoktu.
Havaalanında güzel bir özçekimin ardından vedalaşarak içeriye girdim.
Bu güzel kardeşlerimi tanımış olmak, Francisco ile belki bir gün kitap çalışmasında yer alacak olmak, Recep abi gibi araştırmacı bir insanı tanımak, uzun yıllardır görmediğim Gizem’i görmek, evine misafir eden Zeynep ve kalbinin temizliğini gösteren Sinem, Sadi, Furkan, İrem, Sümeyye, Fatmanur, Büşra kardeşlerimi tanımış olmak benim için bir kazanımdı…
Gönül kazanmak en güzel zenginlikti ve ben çok kıymetli kardeşlerimi yüreğimin derinlerinde yaşayarak Ankara’ya dönüyordum…
Sa. Enes kardeşim. Seninle tanıştığım için bende çok mutlu oldum. Rabbim sayılarının artırsın. Aydın. İçin yazdıklarını tarihe düşülmüş bir not olarak görüyorum. Hayatınızda daim başarı dualarımla, hepinizi Allah a emanet ediyorum.
Vealeykümselam Recep abi, okuyup araştırmada yaşın önemli olmadığını ve okuma, öğrenme yolunun bitecek bir yol değil, ömür boyu sürmesi gereken bir mücadele olduğunu bizlere tekrar gösterdiğiniz için sizlere çok teşekkür ediyorum. Çorum’a evimize sizleri bekliyoruz inşallah.. Selam ve Saygılarım ile..